21 Mayıs 2014 Çarşamba

Saki

İçki sofraları büyüttü beni. İnsanları en rahat anlama şekli onlar ile içmektir. Maskeler iner, gardlar düşer. En çokta rakı büyüttü beni. Babadan hatta dededen kalma bir alışkanlık herhalde. Severim rakı sofralarını. Meze tırtıklamayı, yavaş yavaş içmeyi, hele birde balık varsa değme keyfime. Büyüdükçe daha sık oturdum rakı sofralarına, dostlar eşliğinde. Küçüklükten düstur edindiğim “saki’lik” makamı üstüme yapıştı, bırakmayı da hiç istemedim. Saki Arapça kökenli bir kelime. Su veren, su dağıtan, kadeh dolduran demek. Saki, bence hayat veren demek. Sakilik zordur. Saki masayı takip eder, nabız tutar. Muhabbeti kontrol eder saki. Boş kadeh bırakmaz masada, dibe yaklaşınca kadeh “vur da doldurayım” diyendir saki. Rakı sofrasında kadın erkek ilişkilerini öğrenmek kolaydır. İyi saki, iyi sevgili olur. Çünkü bilir nabız tutmayı, insan okumayı. Rakı sofrasına saki olmak kolaydır da, esas mesele birinin hayatına saki olabilmek. Hayatını takip edip, kadehi bitmeden uyarabilmek. Sofralara saki olmayı pek bir beceririm de, insanlar bana zor geliyor.

15 Mayıs 2014 Perşembe

Hayatı dikiz aynasından yaşamak...

Bazı insanlar sever araba kullanmayı. Oldum olası pek sevemedim ben. Belki de çok düşündüğümden araba kullanırken. Yalnızsın ya hani araba kullanırken, belki radyo da sevdiğin bir şarkı çalar, oda bazen. Yanında birisinin oturup oturmadığı önemli değil. Yol ile arana kimse giremez. Kimse neden konuşmuyorsun diye sormaz. O yüzden düşünürsün sadece. O yüzden dikiz aynasına takılır mesela benim gözlerim araba kullanırken. Sebepsiz, açıklayamadığım bir huzur verir dikiz aynası bana. Hele yolda boşsa biraz, aynaya baktığında şeritler çizgi gibi akıyorsa arkanda, o zaman çekilir oluyor araba kullanmak benim için. Dikiz aynası çok şey anlatır. Hayatı dikiz aynasından yaşamak… Geçmişe tutunmak. Çünkü geriye baktığında ne gittiğin yerin bir önemi oluyor, nede ne kadar yolunun kaldığı. Sadece tebessüm, yaşadıkların hatırına. Vakit yola çıkma vaktidir, gözleri aynadan kaçırıp ilerleme vaktidir. Yanlış diye dikte edilen her şeyi doğru yapma vaktidir.

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Ezber Bozan Dudaklar

Sigaraya yeni başlayan bir insan belli eder kendini. Eğrelti durur elinde, nereye kül atacağını, nereye koyacağını şaşırır. Komik çeker içine daha komik üfler dışarıya. İşini yaparken bakmadan paketten bir sigara çeker, dudaklarının arasına koyar, yakar. Komik bir tat gelir sonra ağzına, duman olması gerektiği gibi gelmez. Plastik bir tat bırakır hemen ardından. Ters yakmıştır sigarayı. Zaman zaman tekrarlanır bu eylem. Gitgide azalır. Sonra bir gün dudaklar öyle alışır ki sigaranın o yumuşak filtreli kısmına, ezberler. Ondan sonra ters yakmaz sigarayı. Dudakların da hafızası vardır. Sahi, kaç sigara gerekir ezberletmek için dudaklara o dokuyu? Yada kaç öpücük gerekir bir başka dudağı ezberlemek adına? Beş, on, yüz, bin? Yoksa bir kere öpmek yeter mi? Kaç kere öpmek gerek bir dudağı, başka bir dudağı öptüğün vakit hata yaptığını anlayıp düzeltebilmek için?

15 Nisan 2014 Salı

"."

Genelleme yapacak olursak şayet, ne yazık ki çağımızdaki türdeşlerimizin iyi birer birey olmak gibi dertleri yok. Bizler yapı gereği var oluştan beri bizden daha büyük bir varlığa sığınma isteği duyduk. Bunu da basit insan psikolojisi olarak tanımlayıp geçiştirdik. Bizler iyi olmak adına, iyiyi tanımlayan ilahi kitaplara inandık. İyi bir insan olmak için yazılı bir metine ihtiyacımız var mı gerçekten? Din konusunda âlim sayılabilecek bir kişi ile sohbetim esnasında, şüphelerimden ve inançsızlığım dan bahsettim. İyi olmak için bir metine ihtiyacım olmadığını vurguladım. Aldığım cevap manidardı. Bana, aslında Tanrıya çoğu kişiden daha yakın olduğumu söyledi. Bir noktada haklıydı aslında. Benim gibi düşünen insanların iyi olmak için cennet ya da cehennem gibi olgulara ihtiyacı yok. İnsanlar ölüme yakınken daha iyi bireyler olmaya çalışırlar. Unutulan şey her gün ölüme bir adım daha yaklaştığımız. İyi bir insan olmak için gerçekten bir sebebe ihtiyacımız var mı? En nihayetinde hepimizin hayatı bir nokta ile sonlanmayacak mı? 

11 Nisan 2014 Cuma

Çocuk

Geçenlerde gelecekteki çocuğuma bir şeyler karalamaya çalıştım, bitiremedim. Havada kaldı. Genelde tıkanmam yazarken, bir çırpıda biter diyeceklerim. Bir kaç dostun okumasına izin verdim yarım kalmış yazıyı. Ortak kanaatimiz bahsi geçen çocuğun ben olduğum üzerine oldu. Sonra ikinci üçüncü okuyuşumda bende fark ettim olayın aslında kızım sana söylüyorum gelinim sen anla muhabbeti olduğunu. Okudukça rahatladım, başkasına yapmam gerekenleri anlatırken ne kadar da kolay dökülmüş kelimeler ağzımdan.

Metin aşağıda, fikir senin.

Bu arada, bitmedi pek tabi.


Benden olana;
15 Mart 2014 bugün. Sen ne zaman gelirsin, ya da hiç gelir misin onu bile bilmiyorum. Seni büyük ihtimal büyük sözler söyleyerek büyütmüş olurum. Ancak şuan gençliğin vermiş olduğu cesaret ile söyleyeceklerim ileride söyleyeceklerimden çok daha farklı olur herhalde. Benimle büyüdüğünden olsa gerek, hümanist bir insan olacağına hiç ihtimal vermiyorum. Ayarını sen bilirsin ama dozunda yalnızlık her zaman güzeldir çocuk. Ama sen yinede sev. Her insanı sevmek zorunda değilsin fakat keşfettikçe anlayacaksın, senin benim gibi düşünen insanlarda var. Hatta belki birileri ile tanışır benden öteye koyarsın onları. Kızmam sana çocuk. Neye ihtiyacın varsa onu yap her zaman. Uzaklaşmak istediğinde uzaklaş, kalmak istediğinde kal. Bil benim sana her zaman bir odam var. Üniversiteye geldiğinde muhakkak evleri ayır çocuk. İnan bana en çok o zaman kendine ait bir alana ihtiyaç duyacaksın. Tek bir kişiyi sevmekten korkma ama on kişiyi sevmekten de korkma. Yaşamadan bilemezsin. İlişkiler doğrular gibidir. Doğru ya paraleldir ya da kesişir ama tek bir noktada. Sen karar ver çocuk aynı yolda mı tek bir noktada mı olacağına. Okumaktan da hiç vazgeçme. Hayat kitaplardan öğrenilmez ama kitaplarla hayat çalınır. Yaşamadığın hayatları orda oku çocuk. Gez dünyayı gör, her ne pahasına olursa olsun. Keşkelerin olmasın hiç, belki ve ama kelimelerini de sık kullanma. Parayı çok dert etme, mutluluğu da satın almıyor ya bu meret. Her zaman istediğin işi yap. Yapamam diye korkma birileri yapabiliyorsa eğer sende yaparsın. Olurda para kazanmak tüm derdim dersen eğer, iyi olduğun işi yap sadece. Korkarım ama bana o kadar benzersen eğer yaşamak için mutlu olmaya ihtiyacın yok inan mutsuzda yaşıyor insan. 




7 Nisan 2014 Pazartesi

Sırt Çantası

Ortaokulda bırakmıştım sırt çantası taşımayı. Hızlı büyüme hevesinden olsa gerek, kendimi büyük olduğuma çantayı bırakarak inandırmaya çalıştım. Şimdilerde göçebe hayatın verdiği etkiden dolayı en yakın arkadaşım oldu yine sırt çantası. Hem bu çantanın yeri de ayrıydı hani, çantanın ilk sahibine olan saygımdan ötürü. Eskiden çantanın içinde bir sürü defter, kitap, kalem taşırdım. Şimdi pek fazla bir şey yok. Birkaç parça kıyafet, bir not defteri, bir kalem, bir çakmak, şarj aleti ve kitaplar. Daha önce taşıdığım şeyler maddede ağırlardı belki ama şimdi eşyalar manada ağır olduğundan belimi büküyor bazen sırt çantası. Zira çantada Chinaski’nin pervasızlığı William Lee’nin bitkinliği var artık. Kendimden parçalar görüyorum bazen onlarda. Yaşamadığım hayatları, deneyimleri onlardan çalmak kolayıma geliyor. Buda benim hatalardan kaçma yolum. Vücudunda birden fazla dövme barındıran biri beni rahatlıkla anlar. Bazen dövmecinin eli kayar ve hayatında belki de sadece senin görebildiğin bir hata bırakır bedeninde. Hayatımıza soktuğumuz insanlarda bir nevi dövmeciler aslında. Kaldıkları süre zarfında yüzlerce resim kazıyorlar zihnimize ve farkında olmadan sadece bizim görebildiğimiz küçük hatalar ile birlikte. Aynı bedenimizdeki dönüşü olmayan dövmeler gibi. Yinede başka insanlar dövmeleri gördüğünde nezaketen de olsa güzel olduklarını söylerler, oda hataları hafifletir. Zihnini de gösteremezsin ya insanlara, sadece senin gördüğün hataları hafifletmek adına. Anlatmakta kifayet etmez bir yerden sonra, ne kadar incelikli kullansan da dilini. Bazen hataların kefaretini ödemek mümkün olmaz.

19 Şubat 2014 Çarşamba

Eylül


Ne garip ay şu eylül. İzmir de büyüdüğümden olsa gerek bende turuncudur mesela. Ne soğuktur, ne sıcak. Ilıktır eylül. Yağmurda yağar, güneşte açar eylülde. Eskisini unutanlar hatırlamaz. Eskiden aylar insanlar gibi dönek değildi, şubat günü tshirtle sokağa çıkamazdın. Artık mevsimlerde insanlara özeniyor. İzmirde kederdir eylül, Anadoluda umut, İstanbulda Kız Kulesi, Ankarada… Ankarayı boşver orda kimse ne olduğunu bilmiyor zaten. Dönüp baksan hayatına hatırlamaya değecek hatıralarının önemli bir kısmını eylülde yaşamışsındır. Ben eylülde çok kaçtım evden, en çok eylülde içtim, en güzel haberleri hep eylülde aldım, en çokta eylülde sevdim. Hepsini geç ben eylülde doğdum. Ne garip ay şu eylül. Eylül çok güzel, eylül çok değişken, eylül çok turuncu. Bir eylül akşamı gitmek istiyorum dünyadan. Çünkü hayat bazen çok eylül.

15 Şubat 2014 Cumartesi

Sokak Sanatçıları


Bence şehirlerin büyüklüğü içlerinde barındırdıkları sokak sanatçıları ile doğru orantılı. Düşünsenize, sokak başlarında, metro istasyonlarında yada evinize giderken herhangi bir köşe başında. Belki çok iyi çalmıyor, söylemiyor, oynamıyor yada çizmiyorlar ama yinede takdiri hak ediyorlar. Tıpkı hayatımızda var olan bazı insanlar gibi. Sabahın sekizinde metro istasyonunda müzik yapan yaşıtlarımı gördüğümde fark ettim bunu. Evet belki de mükemmel değillerdi, belki hayatları boyunca mükemmele dahi yaklaşamıyacaklardı ve belki de bu işi sadece para için yapıyorlardı. Ancak sabahın sekizinde hali hazırda çekilmez ve monoton olan hayatlarımıza renk katmaya çalıştıklarına inanmayı seçiyorum ben. Hayatımızı daha iyi yapmıyolardı belki de ama daha çekilir bir hale getirdikleri kesin. Tıpkı hayatlarımızda barındırdığımız bazı insanlar gibi. Hani bazı insanlar vardır ya. İyi gelmediğini bilirsin, hatta hiç bir zaman iyi olamayacağınızdan da eminsindir ama oralarda bir yerlerde dursun istersin. Çünkü hayatını çekilir kılar. Bazıları bunu egoist bir düşünce olarak yorumlayabilir. İnsanların egosu yoktur aslında. Egoyu yaratan şey diğer insanların varlığıdır. Bunu fark ettiği gün zaten insan sıyrılır bütün egolarından. Hepimizin hayatında en az bir tane sokak sanatçısı var. Her gün kullandığımız yolların birinde bir köşede hayatlarımızı biraz daha çekilir hale getirmek için çabalıyorlar. Saygıyı sonuna kadar hak ediyorlar.

9 Şubat 2014 Pazar

Masumiyet


Masumiyet bir kere kaybedilmez demişti bir defa bir büyüğüm. Şimdi ineceden yaş aldığımdan olsa gerek yavaş yavaş anlıyorum bu cümleyi. Mesela ben ilk defa 16 yaşımda kaybettim masumiyetimi. Soğuk,mavi hissettiren eski bir evin unutulmuş aynalı bir odasında bıraktım ben kendi masumiyetimi. O kapıdan çıktığımda ne dünya eskisi gibiydi ne de ben. Ya da farklı olan sadece bendim aslında. Dünya hep aynıydı; bir orospunun çocuğu kadar masum. Annenin orospu olduğunu ben o gün öğrendim. Çocuklar hep masumdur. İnsan ailesini hiç bir zaman seçemez. Aile kutsaldır derler ya her zaman, ben hep karşı çıktım buna. Evet aile kutsaldır belkide ancak arkadaşlar, kendine ayırdığın ayrı bir deryadır. Arkadaşlar kendine seçtiğin yepyeni bir ailedir. Belkide bu yüzden onları hep öte tuttum, ve belkide hep bu yüzden kaybettim. Masumiyetimi ikinci kaybedişim biraz vakit aldı. 19 yaşımdayken boyaları dökülmüş, derme çatma, az mobilyalı bir öğrenci evinde azar azar üfledim masumiyetimi, kendimden uzağa. Çok güzeldi. Belki de özgürlüğümü ilk o zaman ilan ettim, farkında olmadan. Büyümüş olduğum gerçeğini o gün görmem gerekti. Ama onu fark ettiğim gün, o gün değildi. Özgürlüğümü anladığım gün, ne kadar manidardır ki masumiyetimi 3. kaybedişimin gününe dayanır. Evimden o kadar uzak geçen ilk bir kaç günümün ardından özgür olduğumu anladım ben. 20 yaşımdaydım. Hayatımın en keyifli günleri olarak var saydım ben o günleri. Ardından çok geçmeden 4. ve 5. kayıplarım geldi. O günlerde, insan hayatında 21. senenin ne kadar özel olduğunu anladım. Hatırı sayılır bir sürenin ardından, eve dönüşümde 6. sını yaşadım kayıplarımın. Sakin bir gündü, her Türk ailesinde görebileceğiniz kadar standart bir evde kaybettim en incelikli masumiyetimi. Ardından az biraz vakit geçmeden onu tanıdım. Berrak hanım diyelim. Uzun vadeli bir birliktelik yaşadık onunla, arada sırada halen göürşmekte olduğumuz. 4. kaybıma bir saygı duruşuydu aslında bu. En kırıcısı 22. seneme denk geldi, bu dünyadaki. Perdelerimi ilk o zaman indirdim. En çok o gün fark ettim masum olmadığımı, insan büyüdükçe kaybediyor masumiyetini. Ve anladım ki insan gerçekten de bir kere kaybetmiyor masumiyetini.